“Bazen boş sandalye gibidir hayat. Yer verecek gönlün vardır, oturtacak kimseyi bulamazsın.” Mustafa Süzen, ‘Türlü Çeşitli’
EFTEN PÜFTEN ŞEYLERLE
Mİ UĞRAŞIYORUM?
Şimdi bu yakaladığım hayatın gerçekleri eften püften şeyler mi? Ben bunlardan bahsedince eften püften şeylerden mi bahsetmiş oluyorum. Milletin işi gücü yok konuşuyor. Onlar kendi alanları dışında konuşurlar, kendilerine düşmeyen şeyler üzerine yazarlar, uzman kesilirler, onlara bir şey diyen yok. Sana gelince söylersin söylediğin laf olur, yazarsın bir başka türlü olay olur. Sözü nereye getireceğim!
Kanser hastası olduğum süreçte herkes başıma uzman kesildi. Hayatımızın içinde ne kadar yarım doktor varmış da, haberim yokmuş! İnanın iradem kuvvetlidir çoğuna itibar etmedim ama bazen de etkilendiğim yarım doktorlar yok değil hani! Eskiden kullanılan bir söz vardı, ‘Yarım hoca dinden, yarım doktor da candan eder.’ denildiği kadar var. Söylenilenleri dinleme, kulağını tıka veya dinle geç! Olmuyor. Hastalık hastası oldum. Yarım hoca deyince, şöyle bir fıkraya rastladım, araya sıkıştırıyorum. “Tilkinin biri yavrusuna öğüt veriyormuş: ‘Yavrum bütün bu bağlardaki üzümlerden yiyebilirsin, sadece köyün mollasına ait bağın üzümleri hariç…
Hatta aç kalsan dahi o bağı aklına bile getirme! Genç tilki babasına sormuş: ‘Neden? O bağın üzümleri zehirli mi?’ Tilki yavrusuna cevap vermiş: ‘Hayır çocuğum! Eğer molla bağından üzüm yediğimizi anlarsa yarın hemen ‘Tilki eti helaldir.’ diye fetva verir ve neslimizi yok eder.’ Gücü, insanların cehaleti üzerine kurulmuş toplumlara hiçbir zaman bulaşma.” Tilki kadar uyanık bir hayvan yoktur, denilir. Ama o bile insan şeytanından korkuyor. Ta ki, o insan şeytanından, şeytanın kendisi bile korkuyor. Kıssadan hisse ya, ben sizinle paylaşacağım. Varın kararınızı siz verin. “Şeytan, çocuklarını yanına almış, âlemdeki canlı cansız varlıkları tanıtıyor. Rastladığı şeylerle ilgili tanıtım bilgisi veriyor. ‘Bu ağaç!’ diyor.
‘Bu dere!’ , ‘Bu dağ’ , ‘Bu akrep’ , ‘Bu yılan’ diyor. Çocuklardan biri, kalabalık bir insan grubunu göstererek, ‘Baba bunlar!’ diyor. Baba şeytan, ‘Onlar mı? Sakın ha! Onlardan uzak durun. Onları tanımasaydınız daha iyi olurdu ya, her neyse onlar size yaklaşsa da, elinizden geldiğince, siz onlardan kaçın.’ diyor.” Ben iradeliyim filan diyorum da, çabuk etkilenen de biriyimdir. Etkilenince yanıma yöreme sataşıyorum. İnsan hasta olunca hassas bir dönemden geçiyor. Söyleniyor, duygulanıyor, ağlıyor, alınıyor ve darılıyor. Hele bir de yaşlıysanız, çocuk gibi oluyorsunuz. Her şeyden etkilenen, her şeye kulak veren veya hastalığın etkisiyle sözünüzü yakınlarınıza geçiren biri olup çıkıyorsunuz. Az huysuzduysanız, tam huysuzlaşıyorsunuz. Lüzumlu, lüzumsuz konuşuyor, her lafa giriyor, itiraz ediyor, kısacası aksileşiyorsunuz. Çocuk gibi olursunuz dedim ya, çocuklar hastalandığında basbayağı huyları değişir. Anneler bunu fark ederler ama o hastalığı sürecinde bir şey demezler. Bu defa çocuk iyileştiği halde aynı huysuzlukları yapmaya devam eder.
Çocuk o durumu bazen kullanmaya çalışır. O nedenle de, aksiliğini sürdürür. Nasılsa her dediği yapılıyor ya, hasta numarasına yatar. Yaşlılar da, çocuktan beterdir. Çoğu yaşlılar, hasta olması sebebiyle kendisine gösterilen ilgi ve alakayı fırsata dönüştürmeye çalışır. Ayrıca bir evde, bir hasta varsa, o ev komple hastalanır. O evden hastalık kokusu gelir. Geçen sevdiğim bir abimin kardeşinin ağır bir hastalığa tutulduğunu duydum. Yanına kimseyi almıyorlarmış. Vücudu iltihaplıymış, sürekli de akıntı oluyormuş. Her ne kadar kansersem de, Rabbime dua etmeliyim. Bana ne güzel bir misafir gönderdi ki, pek beni rahatsız etmiyor. Ağrısı sızısı yok, iltihap yok, kan yok, ayılma bayılma yok, bağırma çağırma yok, gelişi tam telaşlı değildiyse de, yine de sessiz sedasız geldi, şükür sessiz sedasız gidecek gibi! Dualarım o yönde; lakin gitmeyebilir de, kalır ve hatta ağır tahribat yapabilir ve hatta götürebilir de, o nedenle çok önemsemiyormuşum gibi algılamayın.
Yani yanlış anlaşılmasın, bu anlattıklarımdan hastalığı önemsemiyorum gibi bir şey çıkarılmasın. Hastalığım ne kadar korkutucu bir hastalık ki, kime kanserim desem, derin bir iç geçiriyor, ‘Vah! Vah!’ diyor. Deyişini uzaklardan duyuyorum. Telefonun avizesindeki ses tonu değişiyor, bunu kestiriyorum. Kansere ölümcül bir vaka olarak bakılıyor. Elbette kanser çağımızın hastalığı ancak bir grip dahi ondan tehlikeli ve ölümcül! Her hastalık insanın zayıf anını yakalar ve o zaman boynuna biner. Ona elini kaptıran, kolunu kurtaramaz. Geçenlerde bir akrabamla görüşüyorum.
Telefonda zorla konuştuğunu anladım. Dedim ki, ‘Benimle konuşmaktan kaçıyorsun gibi geldi. Hayırdır? Nedenini öğrenebilir miyim?’ dedi ki, ‘Hastalığına dayanamıyorum. Konuşamıyorum. Seni sevdiğimden dolayı boğazım düğümleniyor., ne söyleyeceğimi bilemiyorum.’ filan gibi bir şeyler söyledi. Görüyorsunuz değil mi, sanırsınız ki, eften püften şeylerle uğraşıyorum. Oysa her değindiğim şey, hayati ve hayata dair şeyler! Konuşmalıyız veya yazmalıyız ki, eften püften şeylerden o zaman kurtulalım.