BAHAR GELDİ…
Bahara girdik. Cemrelerin üçü de düştü. Son cemreyle, baharı kutlamaya başlıyoruz. O yüzdendir ki, cemrelerle birlikte bahara girmiş sayılırız, diyebiliyorum. Bahar geldi deyişimin sebebi de ondandır. Bahar, ılık bir sıcaklıktır. Rüzgârı, güneşi, o derece tatlı bir sıcaklıkyayar ki, insanın ruhuna… O sıcaklık havalar ısındı rehavetine kaptırır. O nedenle de bahar geldi deyip, açılıp saçılmamalı. Aklınla kalbin arasında bir yoldur, bahar. Duyguyla düşünce arasındaki kuraklığı yok eder.
Zihinlerdeki paslar silinir, bahara yepyeni bir zenginlikle girilir. Duygu ve düşünce zenginliği, baharla birlikte yeşillenir. Yeşil tazelenir. Yeşil yemyeşil olur. Gözler, görmek istediğinden fazlasını görür. Gökkuşağının yedi rengini tabiatta görmek mümkündür. Baharın o ılık sıcaklığına ruhunu kaptırabilirsen tabii ki bütün bu güzellikleri fark edebilirsin. Bahar rüzgârı bir farklı eser. Tılsımlıdır. Öyle tatlı bir esiş vardır ki, içten içe bir serinlik verir; bu serinlik, bazen üşütür, bazen de üşütmez. Rüzgâr, çiğ taneleri gibi bedenini sarar. Ruhunu okşar. İnsanı canlandırdığı gibi ağaçları da canlandırır. Çiçekleri ha keza öyle canlandırır. Rüzgârın tabiatla bahardaki bu tatlımsı buluşması ağaçlardaki çiçekleri çiftleştirir.
Ağaçlar, rüzgârın esişine saygıyla eğilerek buyur ederler. O karşılama törenindeki ses uyumuna, görüntüye hiçbir yerde rastlayamazsınız. Çiftleşme anındaki rüzgârın çıkardığı ıslık sesleri insanı duygu âleminin derinliklerine çeker. Güller bu âlemde nerededir? Yani hangi kimlikle, nerede durmaktadır. Onların sessizliği de bir ahenk içinde gelişir, güller açılır, saçılır. Gül ağacının rüzgârın karşısındaki tavrı nice şarkılara söz konusu olmuş ve denilmiş ki, “Gül ağacı değilem Her gelene eğilem…” Yani gül ağacı bile rüzgârın karşısında eğilmiş de, insan bu eğilmenin neresinde? Eğilmeyi nefsine yedirememiş sanki! Hak cephesinden bakacak olursak, insanın sadece Allah’ın karşısında eğildiğini görürüz. O’na secde ederken eğilir de, onu da kimseyi aracı kullanmadan yapar. Bu şarkı sözündeki eğiliş, dünyalık sevgiliye ancak orada da bir dargınlık var ki, eğilmekten yana değil hatta sitemkârı bir tavır var. Ben gül ağacı mıyım ki, senin veya herkesin önünde eğilem, diyor.
Gül ağacının bu kadar eğilme eylemi gösterdiğini nereden biliyor, dersiniz? O kişi de, bir bahar günü rüzgâra takılmış sanki! Bu sözlerdeki eğilme, insanın insana eğilmesinden bahsetmektedir. Gül ağacı olmadığını, onun gibi her önüne gelenin huzurunda eğilmek durumunda olmadığını, söylerken; insanın, insana karşı eğilimindeki sık rastlanılan bir karşı duruş söz konusu olan. Tabiattaki eğilişler bir bahar geçişidir. Onun anlatılışında, madde manasızlaşır ama mana perdesiyse mavinin derinliklerine nüfus eder. İnsanı, derinliklerde bulmak istediğine götürür. Her insan merakından girer, bu bilinmedik mecraya! Ama bildiğinden ama bilmediğinden ama bulur ama bulamaz. Bazen kendisini çeken şeyin ardından gider, peşini bırakmaz, bazen de yorulur, daralır, usanır ve aramaktan vazgeçer, aradığı şeyden uzaklaşır.
Cemreyle başlayan hava, su ve toprak ilişkisi insanın uzaklaştığı, korktuğu ve belki de o yüzden kaçtığı toprağa yakınlaştırır. Toprak kendine has kokusuyla yine kendine insanı çekmeyi başarır. Sadece toprak mı, her koku mis kokusu gibi gelir. Bir de, rüzgârın mis gibi ruhumuza nüksettiği o esişi öyle etkiliyor ki beni, ona bazı isteklerimi sıralayışım geliyor. Bir gönül ehlinin söylediklerine kulak veriyorum, “Git rüzgâr, dostuma onu nasıl sevdiğimi anlat! Mutluysa usulca gel yanıma, mutsuzsa dostun her zaman yanında diye fısılda kulağına! Unutmasın, yüreğim daima onunla!” Bugün bahardan çok rüzgârla birlikte oldum. Munis bir bakışla rüzgâra her yöneldiğimde, beni geri çevirmediğini gördüm. Dileklerimi yerine getiriyor. Arabuluculuk ediyor. Getiriyor, götürüyor ama dağıtmıyor. Savurmuyor. Sonbahar rüzgârı haşinliğinde değil! Yaprakları yerlerde süründürmüyor.
Gerçi nasıl ki, ilkbaharda rüzgârın çıkardığı ıslık sesi hoşsa, sonbaharda yaprakların süründüğünde çıkardığı hışırtı sesi de bir o kadar hoş! Rüzgâr her iki mevsimde de, yaptığı icraatından memnunsa bizce mesele yok, gerçi o da kendisine verilen görevi yerine getiriyor. O da, netice de verilen emri uygulamanın peşinde! Bahar dedik, ağaç dedik, gül dedik, secde dedik; bizi o uçsuz bucaksız sandığım yol Neyzen Tevfik’e kadar getirdi. Eh bari! Bahsi geçen mevzuya değinelim o zaman! “Neyzen Tevfik çok sigara içiyormuş. Bir gün arkadaşı demiş ki, ‘Üstat, dün gece bir rüya gördüm. Tüm bitkiler Allah’a secde ediyordu, bir tek tütün etmiyordu. Neyzen’in cevabı, ‘Getirin o zaman o kâfiri yakalım…” Rüzgârın olduğu yerde yangında var ama biz ‘bahar geldi’ dedik o ki, oralara girmeyelim.