Tarih: 21.01.2020 08:13

BANA DERDİNLE GELME!

Facebook Twitter Linked-in

“Sıkıntılar misafirdir, gelir ve gider. Önemli olan gönderenin hatırına misafire sabretmektir.” Hz. Mevlana.
BANA DERDİNLE GELME!
Bir arkadaşımın yıllardır derdiyle ilgilenirim. Onu dinler, kendimce yorumlar ve çözüm üretmeye çalışırım. Yıllarca hep ben onu dinledim, “Hiç senin bir derdin var mı?” demedi. Geçenlerde kanser tedavisi için Kemoterapi aldığımın ertesi günüydü, çıktı geldi. Güya beni sormaya gelmiş! “Bir şey danışabilir miyim abi?” deyip, başladı anlatmaya… Boynumda tüp var, bir yanıyorum, bir üşüyorum. O yetmez gibi birde eskisi gibi tahammül edemiyorum. Ne söze gelebiliyorum, ne de saza… Tellerine değdiğinde kopacak haldeyim. Anlayacağınız iradem zayıflamış durumda…
 
Yarım saati aşkın anlattı. Dayanamadım. Bak arkadaşım! Gittiğin her kim olursa olsun, oraya giderken derdinle gitme! Onun derdi de vardır. Bak ben şu an seni zorla dinliyorum, hastayım ve sen bana derdini anlatıyorsun, bana derdinle gelme, dedim. Darıldı her halde… Gidiş o gidiş. O günden sonra da bir daha görünmedi. Aylar sonra bir kitabın satır aralarında gezinirken yazarın şu cümlesine rastladım. “Sana biri derdiyle gelmişse onu geri çevirme! Bilmezsin ki, o önce Allah’a gitmiştir, Allah’ta sana yönlendirmiştir.” Bu sözün üzerine yaptığımdan utandım. Ben bir vefasızlık yaptım, 17 yıldır dinlediğim dostumu Allah rızası için o gün dinlemedim.
 
Ama aşağıdaki mısralarda ifade edildiği gibi belki benim görevim o gün bitti ve Allah seni anlayan bir başka birine yönlendirdi. “Kapat çile kapısını girmesin o vefasızlar Dünya denen şu hanede elbet seni biri anlar.” Benim kadar anlamasalar da, şairin dediği gibi elbet seni biri anlar. Belki de şu an ondasın, onunlasın. Oraya misafir olmuşsun. Ben gönderenin hatırına seni doğru dürüst ağırlayamadım. Seni misafir edemedim. Her ne olursa olsun, o günde seni dinlemeliydim. Şimdi ne söylesek faydasız! Ben anladım ki, henüz kendimle barışık değilim. Kendimi yeterince tanıyamıyorum. Tanımakta zorlanıyorum. Bazen ben bende değilim. Kendimden geçmişim sanki yabancı biri olmuşum. Sonra toparlıyorum ama o an birini de yaralamış oluyorum. Kendimi fazla yoruyorum. Çok hırpalıyorum veya çok çırpınıyor, ardından çıkmaz sokağa dalıyorum.
 
Her neyse netice de insanız ya, anlatırken yaptığımı, yazarken düzeltmeye çalışıyorum. Orada ‘Dert Babası!’ olduğum düşüncesiyle, insanıma sarılmam gerektiğini düşünüyorum. İnsanı yorumlamaktan çok kendimce insanı anlatmaya çalışıyorum. “Aktörün birine, “kendini anlat?” denilmişti de ‘İnsan kendini nasıl anlatır ki?’ dedi.” İşte şu an o haldeyim! Kendimi anlatmak mı? Nereden geldim buraya! “Çalışmadığım yerden soru geldi!” denilir ya, o durum içerisindeyim. Bir atasözünde, “Allah, dağına göre duman verirmiş.” denilir. Sen dersen ki, ben dert babasıyım, derdi olanın yanındayım.
 
Bir yanımı dertlilere ayırmışım. Onların derdine kendimi o kadar kaptırırım ki, kendi derdimi unuturum, derim. O zaman, ‘Bu yaptığın ne?’ diye sormazlar mı? “Tevbe ya Rabbi hata rahına gittiklerime Bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime.” Her yaptığım iyiliğin ardından konuşurdum. Susmayı öğrendikçe kazançlı çıktığımı görüyorum. Nefret edilen değil, saygı duyulan; göründüğünüzde kaçılan değil, görülmediğinizde aranılan insan olmalısınız. Ne küstüreceksin, ne de inciteceksin. Bu ne demektir? Bir şey beklemeden yapmak demektir. ‘Bana derdinle gelme!’ sözünden kaçınırsan, bilip bilmeden ettiklerimizle uğraşmayız. Önümüze bakarız, hata tekrarı yapmayız.
Saygılarımla…
 


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —