‘Geçmişi suçlayarak bugüne mazeret üretmek sadece bizi ahlaki bakımdan ilerlemekten alıkoymaya yarar.’
Fatma Bayram
GEÇMİŞİ UNUT GİTSİN!
“Geçmişi unut gitsin!” diyorlar. Geçmiş öyle kolay kolay unutulur mu? Geçmişin, ya senin peşindedir ya da sırtındadır. Unutmaya çalıştığın zamanlar peşine düşer, birer birer hatırlatır. Unuttum dediğin zamanda sırtındadır, başına vura vura geçmişinle buluşturur. Geçmişinde ya yaraladığın vardır, ya da yaralandığın hadise veya hadiseler vardır. Her kan gördüğünde, kanlı bir bez parçası veya bir leke o karanlığa çeker. Sele kapılan birinin çırpınışını yaşarsın. Bağırır, bağırır, bağırırsın. Etrafındakiler bir müddet feryadını duyar, bir şey yapamazlar. Selin tam ortasındasındır. En kudurduğu anda seni ortaya almıştır. Çırpınışların arasında sürüklenerek uzaklaşırsın. Gözden kaybolursun. Birkaç çırpınıştan sonra yorulur sele teslim olursun. Sele tanımadığı birisini kaptıranla evladını kaptıranın unutması farklı farklıdır. Biri hadiseyi birkaç gün yaşar, biri de ömür boyu yaşar.
‘Baba beni kurtar!’ sözüyle hep yaşar. Erzincan depreminde çocuklarını evde bırakıp gezmeye gitmiş bir anne babanın dönüşlerinde duvarın arkasından çocuklarının seslenişlerini duyuşlarının üzerinden seneler geçmiş hâlâ unutmamışlardı… ‘Anne, baba, buradayım. Beni kurtarın, ne olur?’ deyişlerini, hüngür hüngür ağlayarak anlatıyordu, ‘Sesini duyuyorum, kurtaracağım diyorum ama kurtaramadım. Arada sadece bir duvar var. O gün o depremde o duvarın önünde çaresizliğimi gördüm. Herşeyi yapan ben bir duvar ötesindeki çocuğumun seslenişine çare olamadım. Şimdi her çocuk sesinde çocuğum sesleniyor sanıyorum. Dönüp bakıyorum. Kimsecikler yok! Unutamıyorum.’ diyordu. Geçmişi unut gitsin, diyorsun. Demesi kolay! Gel de, unut? Bir yerde şu cümleyi kurmuşum. Karalama defterini tararken buldum, aldım, yerine oturtturdum. “Hatırlamak istediklerimizi yazmalı, unutmak istediklerimizi değil!” Bu durumda, geçmişi unut gitsin demek yanlış! İnsanın ne varsa geçmişinde var.
Geçmiş, acı, tatlı bir sürü yaşanmışlarla dolu dolu! Geçmişle gelecek bir bütündür, birbirinden ayrılamaz. Geçmişte yaşadıkların seni geleceğe taşıyacak. Sen onlarla varsın, onlar seni yeni bir hayatla karşı karşıya getirecek. Hayatı toza dumana katsan da, hayat boyu toz duman yutsan da, yaşadıkların senin geçmişin; bir kızgınlıkla, o toz duman arasında yaşadıklarını, yok sayamazsın. Bir düşünür, “Hayatta iki şık vardır: Ya hayatı toza dumana katarsın, ya da hayat boyu toz duman yutarsın.” demiş. Güzel belki ama bu iki şık arasında kalmamalısın. Toz duman arasından çıkmak için her zaman üçüncü bir yol vardır. Geçmiş hatırına geldiğinde pişmanlıktan çok kendinden geçen, geçmişe kafa tutan, hesap soran veya hatırlatıldığında mazeretin arkasına saklanan biri, ahlaken yanlış yapıyordur. Bu da, insan hafızasını zora sokar. Geçmişin arasındaki yanlışlardan çok düzgün olanları yani gerçekleri söylemeli!
Tıpkı şu sözdeki olay gibi, “Sadece gerçekleri söylersen, hafızanın zayıflığından şikâyet etmene gerek kalmaz.” O halde, eğrisiyle büğrüsüyle, yanlışıyla doğrusuyla yaşadıklarım benim gerçeğimdir ama ben yanlışlarımı fark ettim, o yanlışlarla kısa kalan ömrümü heba edemem, deyip gerçeğe yani hak yola sarılmalı! Bir şair, şiirinde, “Söyleyemedikleri için yazarlar/Bütün şairler ve yazarlar.” diyordu. Gerek geçmişle ilgili, gerekse gelecekle ilgili bir şeyler yazmak; şu anda aramızda olan ve olmayan için mesuliyetli bir şeydir. Hele geçmişle ilgili şeylerde daha dikkatli olmamız gerekir. Şimdi attığım başlığa geldi sıra… Aslında doğru bir söz! Yalan yanlış şeyler söylemektense, geçmişi unutmak en iyisi. Hani var olanlar neyse de, aramızda olmayanlar hakkında söyleyeceklerinden dolayı nasıl helallik alacaksın. Vebali senin peşini bırakmaz. Uğraşmamak en iyisi! Deprem demiştik yazının ta başında, nereden aklıma geldiyse ve bu yazı öyle beklemedeyken, memleketim Elazığ’da çok şiddetli bir deprem oldu.(Ocak, 2020) Depremde, bacanağımı kaybettim. Hakkın rahmetine kavuştu. Bir şekilde dünya şehidi diye anılıyor.
Kendisine Allah’tan rahmet, geride kalanlara sabır diliyorum. Depremden 2 gün önce kendisiyle konuşmuştuk. Bir torunu olmuştu, göz aydınında bulundum. Depremin olduğu saatte de aradım, durumları nasıl diye de, meğer onca bina içerisinde Dilek Sitesinde 2 Blok yıkılıyor, biri bacanağın oturduğu blok, bir de arka blok! Bacanak bana cevap veremedi. Demek ki, o anlarda kaybetmişiz bacanağı! Bacanak konuşkandı. Hele hele genç nesille konuşmayı çok severdi. Onlara verilecek çok şeyler var, derdi. Hayat bu ya, torunu için göz aydınında bulunduğum gün eşime, ‘Ya kocaman şehir de, bir şey isteyebileceğimiz doğru dürüst bir adam yok, canın bir şey istiyorsa, iste yollayalım, diyenler çoğunlukta ama istediğin zaman da gelmiyor, ondan sonra aradığında da telefonlar açılmıyor. İşte ardından bir deprem, bir canımızı kaybettik, geriye ne bıraktı, hayallerini… Kimle konuşuyorsak, ‘Çok hayal kurardı.’ diyorlar. Bir sürü babadan toprak kalmıştı, onların üzerine ne hayaller kuruyormuş. Kim için çocukları için, kendisini düşündüğü yoktu.
Son gittiğimizde yemeğini yedik, epeyce dertleştik, bana da o gün hayallerinden biraz bahsetmişti. Gerçekleştiremeden gitti. Mustafa Süzen, ‘Türlü Çeşitli.’ Kitabında, “Herkes zamanda yolculuk yapıyor aslında… Bazen anılarıyla geçmişe, bazen de hayalleriyle geleceğe…” diyor. Ne yazık ki, bazılarımız geleceğe taşıyamıyoruz, hayallerimizi… Bu mümkün de değil zaten! Bacanak dedim, daldım hayallere, ne diyeceğimi unutuyordum neredeyse… ‘Canım Elazığ’ın meşhur etli biberleriyle hazırlanan tel kebabı istedi. Yaz olsun da, Allah nasip ederse, bacanaktan 1-2 kilo biber isteyelim, tel kebabı yapıp, yiyelim. O biber yok burada!’ demiştim. Dediğim laf, kursağımda kaldı, düğümlendi, ben şimdi o tel kebabını yapsam da, yediğimde boğazım düğümlenir, bacanağım hatırıma gelir. Benim hatırıma gelir de, aynı yastığa baş koyan en yakınının, 45-50 yıllık yol arkadaşının hatırına gelmez mi? Ölüm hak, hepimiz sohbetini yaparak, bir gün öleceğiz, deriz ama gerçek gün gelir de yakınını kaybettiğinde, işin asıl boyutunu anlarsın. Yani anlayacağınız, ölen gidiyor ama olan kalan sağa oluyor. Şu güzel sözdeki gibi! Cemil Meriç, “Birbirini seven iki kişiden biri ölürse gerçek ölen hayatta kalandır.” demiş.
Eski otomobilinin yerine yeni otomobil verseler, ev eşyalarını mobilyacıdan döşeseler, ev kirasını ödeseler ve yeni ev de verseler, o hep sevdiğini arayacaktır. Bakın depremin olduğu gün, bacanak eşini, kayınbiraderinin(Benim de kayınbiraderim) oğlunun henüz yeni doğan çocuğunu hem görmek, hem de dedenin, ninenin, çocuğun annesinin ve babasının yanında olmak için zorla hastaneye gönderiyor. Git diye ısrar ediyor, o da seni yalnız bırakmayayım, diyor. Netice de gidiyor. Bacanak depremde çöken binanın altında can veriyor, o gün kayınbiraderin torunu oluyor. Bir yakınımız doğuyor, bir yakınımız ölüyor. Hayaller binayla birlikte çöktü. Enkaz altında kaldı. Acımasız olan bir şey var ama ne? Yine Mustafa Süzen’in, ‘Türlü Çeşitli.’ Kitabından bir alıntı yapıp, sözü tadında bağlayalım… “Ya hayallerimiz, ya da zaman çok acımasız.” Hangisi acımasız, varın biraz da siz kafa yorun. Şimdi geçmişi unut gitsin diyenlere cevap verelim. Yaşanan o depremin ardından nerede bir deprem olsa ‘Elazığ Depremi’ insanın aklına gelmez mi? Nasıl unuturuz, geçmişi ve hele geçmişimizi?