İLAHİYATÇI
GÖZÜYLE
DEPREM (2)
Halil KUYUCAKLIZADE
Meydana gelen depremin sadece jeolojik bir hadisedir deyip işin içinden çıkamayız. Kainatta her şey Allah’ın iradesinin dışında değildir. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmektedir: “Ve gaybın anahtarları O'nun (Cenâbı Hakk'ın) yanındadır. Onları O'ndan başkası bilemez. Ve karada ve denizde ne varsa bilir. Bir yaprak düşmez, ve yerin zulmetleri içinde bir habbe de bulunmaz ki, illâ O'na bilir. Ve bir yaş ve bir kuru da yoktur ki, illâ apaçık bir kitaptadır.”[1] Ancak burada şuna dikkat etmek gerekir. Canım Allah öldürecekse zaten öldürür diye işin içinden çıkamayız. Elbette depremden kurtulmanın veya asgari zayiatla çıkmanın yöntemleri için her türlü tedbirler alınacaktır. Hiçbir tedbir almadan sadece kader böyleymiş mantığıyla hareket edemeyiz.
Meydana gelen âfet ve felâ¬ketlerle insanoğluna ne kadar da derin bir acziyet ve hiçlik içerinde bulunduklarını ve bu cihandaki asıl vazifelerinin kulluk olduğunu hatırlatır. Ayrıca dünyanın fânîliğini, ölümü ve esas hayatın âhiret olduğunu bildirir. Bilhassa kıyâmeti, yani kâinat çapındaki o büyük infilâkı hatırlatarak biz kullarını îkaz buyurur. Meselâ fay hatları… Allah Teâlâ toplumları, fay hattını harekete geçirmeden, yani zâhirî bir sebep olmaksızın da helâk edebilir. Ancak daha evvel bu fay hatlarını takdîr edip onları devamlı olarak kullarının gözleri önünde bulundurmak sûretiyle, kıyamet günü mutlakâ gerçekleşecek olan hakîkati her an îkâz ediyor.
Böylece insanoğlunun âhiret yurduna hazırlıkta gaflete düşmeyip uyanıklık hâlinde olması için bir nevî lûtufta bulunuyor. Elbette bu îkâz-ı ilâhîler fay hatlarından ibâret değil…
Cenâb-ı Hakk’ın mağmaya ve yer kabuğuna koyduğu bir kâidedir. Ayrıca ilâhî kânunların tabiattaki tanzîmine göre bu ilâhî îkaz tecellîleri; kimi mıntıkada deprem, kimisinde tsunami, kimisinde yanardağ patlamaları, bâzı bölgelerde kuraklık, bâzılarında ise sel gibi çok farklı şekillerde vukû bulmaktadır. Yani Cenâb-ı Hak, Dünya’nın her tarafına koyduğu farklı kânun ve kâidelerle kullarını îkaz ve imtihan etmektedir.
Âyet-i kerîmede buyrulur: “İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı (düzen bozuldu), ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler.”[2]
Hakîkaten, birtakım âfetlerde, kurunun yanında yanan yaş ağaçlar misâli, mâsum çocuklar ve sâlih kimseler de vefât ederek hükmen şehîd olmaktadır. Bu iptilâları Cenâb-ı Hak bâzı kullarının günahlarına keffâret kılmakta, bâzılarının ise mânevî derecelerini yükseltmeye vesîle etmektedir. Nitekim bu husustaki bâzı hadîs-i şerîflerde şöyle buyrulur: “Bir kul kendisi için (Cennet’te) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine veya malına veya çoluk-çocuğuna bir belâ verir. Sonra (Allah) o kulu bu musîbete sabretmeye muvaffak kılar. Nihâyet (Allah) o kulu kendi katında hazırlamış olduğu makama eriştirir.”[3]
“Kulun Allah indinde bir mevkii vardır ki, ona ibadetle erişemez. O mevkiye erişinceye kadar Allah, onu hoşuna gitmeyen (iptilâ ve musîbetler)le imtihan eder.”[4]
Materyalist bir dünya görüşüyle seyretmek ve sırf zâhirî sebeplerinde takılıp kalmak, meselenin hikmet ve hakîkatinden gâfil kalmaya sebep olur. Bir müslüman, bu tip hâdiseleri mânevî perspektiften de tahlil ederek îmânî ve İslâmî ölçülerle değerlendirmekten gâfil kalmamalıdır.