Tarih: 11.08.2017 18:02
KOMİSYON KURMAK KOLAY DA…
KOMİSYON KURMAK KOLAY DA… Türk gibi başla, alman gibi çalış, İngiliz gibi bitir.. biterse tabii KURMAKLA ÇÖZÜM…
“Türk gibi başlamak” deyince aklınıza neler geliyor? Heyecan, girişimcilik, tez canlılık, enine boyuna düşünmeden balıklama dalma, donanım, özgüven, itaat, hırs, samimiyet, dost ve daha pek çok sıfatı sıralayabiliriz miyiz?. Türk gibi başlıyoruz ama Almanlar gibi devam ettirip, İngilizler gibi sonuçlandıra biliyor muyuz? Heyecanla ve şevkle bir işi sürdürmeyi- işin sonunu zaferle sonuçlandırmayı çoğu zaman başarabiliyor muyuz? Arkası geliyor mu?
. Her konuda akla ilk gelen komisyonları anın da oluşturur, tıpkı 30 yıl öncesi den buyana defalarca kurulan, sonuca gitmeyen ve günümüzde de tekrar gündemde olan “Kovada Kanalına ve Eğirdir Gölünden DSİ sulama pompaları aracılığıyla, tarım arazilerine kaçan balıklarla ilgili kamuoyunda dillendirilen iddiaları araştırmak” üzere kurulan komisyon- araştırmalar! Arkası neden gelmez? Balıklar 30-40 kırk yıldır kaçıyor? Neden? Bazen yetkililer buna cevap verir, “ kaçanlar – ölenler küçük balıklar, bunların ekonomik değeri yok…” Belli belli ekonomik değeri olmayan balıklar “aptal” akıntıya kürek çekiyorlar, bu balıklar para etmiyor canım bırakın kaçsınlar”… Komisyon görevini tamamladı mı? El insaf! Her şeyi para gözüyle bakarsanız…! Kaç para eder “yaratılanı sevmek…” Ne ne kadar, kim kim kadar ekonomik!
Bizde alt yapı mı yetersiz? Yani temel mi zayıf.? Genlerimiz den mi? Bilgi sahibi olmadan fikir yürütenlerin ben-biz bilir imlerinden ,”kendi komisyonlarını” kurmaktan mı?. Ben bilirim egosu; bilgi paylaşımını engeller.. O bilir ya! Başkasına gerek yok!… “Bu tür toplumlar” iyi planlama yapmayı başarabilirler mi? Planlamayı bilmezseniz işi sağlıklı sürdürüp sonuca başarıyla ulaşamazsınız. Nedeni belli…
Alman deyince(günümüzde tehlikeli konu mu?) size hangi kelimeleri çağrıştırıyor? Neden Alman gibi deriz?
Çalışkanlık, disiplin, soğukluk, kuralcılık, kalite, azim, yenilik, istikrar, özen, hayal, mesafe, işine odaklanma, rekabet, baş ağrısı ve özellikle de güç ve liderlik geliyor. Aldıkları işi, yaptıkları görevi, sonucu ne olur demeden büyük bir disiplin içerisinde kararlılıkla devam ettiriyorlar. İngilizlerin finalde başarı olması da tarihsel olabilir! Hemen her taşın altından onlar çıkar ama hiçbir zaman tu kaka- bir şeyi değersiz, işe yaramaz saymak.-çamur atmak- değil kurtarıcı olurlar! Öyle veya böyle sonuç ortada… Acaba Almanlar, İngilizler vd. uluslar balık kaçaklarına kırk yıldır çözüm bulmuşlar mıdır?! Onlar dada hala komisyonlar kurulmakta mı?
Yıllardır balık kaçakları ve Eğirdir Gölü’nün sorunları için komisyonlar kurulmakta , sonuç; her yıl yine aynı amaçlar için yine komisyonlar kurulmakta. Balık kaçaklarının nedenleri bellidir. Bu sorunun çözümü bir çok ülkedeki bilimsel çalışmalar sonucunda yöntemleri belirlenmiştir. İş uygulamaya gelince… Alman-İngiliz gibi çalışılmamakta ve bitirmemektedir… konun uzmanlarının dışında komisyonlara “çok bilenlerden de” yardım istenir .Neden acaba? Yeni bir keşif değil bu!. Elektrikli veya Hava Bariyerli Balık kovucularımı, Dalyan mı, Uzaklaştırıcı ses ve makine sistemleriyle vd.leriy mi? Bilinen ve çözümü de, uygulaması kolay olan, çözümlenmiş! Sorun bu.. Yapılacak olan şey ne yenilik ne de yeni bir buluş! Uygulayın var olan yöntemleri. ;. Bırakın konusunun uzmanı olanlara, keşifle zaman kaybetmeden , çözümü uygulasınlar…İşi sulandırmayın “o bilir bu bilirle”. Çünkü sorunlar nedenleri- nerede ve nasıl çözümlenirleri belli…Bitirin bu işi başka bir komisyon kurmadan!
Ve hiçbiri de bize yabancı gelmez. Çünkü ilk olmayı seviyoruz.. Örneğin, dünyada pek çok adımı bu topraklarda bizler atmışız ama arkası gelmemiş. Disiplin, disiplin, disiplin Alman deyince size hangi kelimeleri çağrıştırıyor? Çalışkanlık, disiplin, soğukluk, kuralcılık, kalite, azim, yenilik, istikrar, özen, hayal, mesafe, işine odaklanma, rekabet, baş ağrısı ve özellikle de güç ve liderlik geliyor..
Çünkü her daim, her konuda öne çıkmayı seviyorlar. Aldıkları işi, yaptıkları görevi, sonucu ne olur demeden büyük bir disiplin içerisinde kararlılıkla devam ettiriyorlar.
Finali İngilizlere kaptırmalarının nedeni ise tarihsel olabilir.
Çünkü fazlasıyla sabıkaları var!..
Onlar bu işi iyi biliyor!
Dünya tarihinde İngilizler kadar diplomatik bir başka ulus yoktur herhalde.
Yıllardır balık kaçakları ve eğirdir gölünün sorunları için komisyonlar kurulmakta , sonuç; her yıl yine aynı amaçlar için yine komisyonlar kurulmakta. Balık kaçaklarının nedenleri bellidir. Bu sorunun çözümü bir çok ülkedeki bilimsel çalışmalar sonucunda yöntemleri belirlenmiştir. İş uygulamaya gelince… Alman-İngiliz gibi çalışılmamakta ve birilmemektedir… konun uzmanlarının dışında komisyonlara “çok bilenlerdende” yardım istenir Neden acaba? Yeni bir keşif değil bu.. Bilinen ve çözümlenen sorun..Bırakın inanın konusunun uzmanı olanlara, keşif zaman kaybetmeden değil çözümü uygulasınlar… Çünkü sorunlar nedenleri nerede ve nasıl çözümlenirleri belli…
Peki, akla gelen kelimeler neler?
Diplomasi, sömürgecilik, süslü final, çözüm, çözümsüzlük, kibir, gurur, zarafet, her koşulda haklılık, çıkar, sinsilik, müzakere, siyahı beyaz gösterme, netice...
Her ulus için ortaya konan yukarıdaki kelimeleri abartılı bulanlar da olabilir, az bile diyenler de çıkabilir...
Çünkü hemen her konuda olduğu gibi kişilerin de ulusların da birbirlerine bakış açıları çok farklıdır.
Örneğin, bize barbar derler ama barbarlığın kitabını yazan da en kanlı örneklerini sergileyenler de hep onlar.
İşte bu yüzden, algı yönetimi çok önemli.
Bizim, genelde içimiz dışımız bir.
Düşünerek, hesaplayarak, sonu nereye varır diye kılı kırk yararak değil, hissettiğimiz gibi konuşuruz.
Ve bu yüzden başımız da beladan kurtulmaz.
Onlar ise her şeyi yapar, tam tersini söyler ve her koşulda kendilerini haklı çıkarırlar...
Özetin özeti: Peki ya siz, ülkeler, kurumlar ya da kişiler hakkında neler düşünüyorsunuz? Hele bir yazmaya başlayın, siz bile şaşıracaksınız!..
Ülkemizin insanı her konuda komisyona meraklıdır.. Komisyonlar kurulur çok aceleyle bu konuda çok başarılıyızdır. Bir de taşından, toprağından, suyundan mizah fışkırır ülkenin. Öylesine zengindir. İşte bu yüzden dünyada eşi benzeri yoktur memleketimizin. Nice Aziz Nesinler, nice Oğuz Arallar yetiştirecek kadar bereketlidir bu ülkenin toprakları, insanları... O halde ağlanacak halimizi bırakalım bir an, gülünecek halimize bakalım biraz...
Eğirdir Gölünden Kovada kanalına da balık kaçışları olduğunu DSİ sulama pompaları aracılığıyla, tarım arazilerine kaçan balıklarla ilgili kamuoyunda dillendirilen iddiaları araştırmak üzere
30 yıl öncesi Eğirdir Su Ürünlerince konun uzmanlarınca yapılan araştırmalar sonucunda balık kaçaklarının önlenmesi için vermiş çözüm önerileri raporlar neden uygulanmadu….
Eğirdir Gölünden DSİ sulama pompaları aracılığıyla, tarım arazilerine kaçan balıklarla ilgili kamuoyunda dillendirilen iddiaları araştırmak üzere Araştırmada görev alan Komisyon üyeleri
Merhaba,
Hic komusyona lüzum yok. Önlemek bu devirde cok kolay.Internete bakin!! Egitim ve Denetim önemli. Popülasyon suyun temizligine saglikli yapilasmaya ve avlanmaya da baglidir. Gölün kirlenmesini önlemek icin komusyon ne zaman kurulacak acaba?.
Almanyadan Selamlar.
Ali KILIÇ
Başta Eğirdir Kaymakamı Abdullah AKDAŞ olmak üzere bu araştırma komisyonuna el veren herkese teşekkür ediyorum. Bugüne kadar yapılması gereken bir çalışmaydı, Eğirdir Gölündeki balık popülasyonu artışı ve bu artışın sürekliliği için güzel bir sonuca ulaşılacağını temenni ediyorum.
M Merhaba,
Hic komusyona lüzum yok. Önlemek bu devirde cok kolay.Internete bakin!! Egitim ve Denetim önemli. Popülasyon suyun temizligine saglikli yapilasmaya ve avlanmaya da baglidir. Gölün kirlenmesini önlemek icin komusyon ne zaman kurulacak acaba?.
Başta Eğirdir Kaymakamı Abdullah AKDAŞ olmak üzere bu araştırma komisyonuna el veren herkese teşekkür ediyorum. Bugüne kadar yapılması gereken bir çalışmaydı, Eğirdir Gölündeki balık popülasyonu artışı ve bu artışın sürekliliği için güzel bir sonuca ulaşılacağını temenni ediyorum.
İşte bu EKONOMİK KAYIP’ın önüne nasıl geçebiliriz’e kafa yoruyoruz… Bugüne dek, bu konuda araştırmalar yapılmış, projeler üretilmiş ama netice henüz yok. Tabii, karamsar olmaya da gerek yok. Çare var. Avrupa’da uygulamaları da var. Güzel sonuçlar da alınmış. İki metot var. Bu metotlara BALIK KOVUCULAR deniyor. Birincisi HAVA BARİYERİ. Diğeri ise, ELEKTRİK BARİYERİ.
15 metre uzunluktaki bu havuzda yapılan denemede; pompaların çektiği balık miktarının %87 oranında azalacağı görülüyordu… Kaçan balıkların %95’i küçük kaya balıkları, %5 oranında da diğer küçük ticari ve ekonomik değeri olmayan balıklardı.
Birçok Avrupa ülkesinde uygulanmakta olan bir diğer BALIK KOVUCU ise, ELEKTRİK BARİYERİ idi. Eğirdir Su Ürünleri Araştırma Enstitümüzün bünyesindeki HAÇERİ ünitesinde Tank’lar bulunuyor.HAÇERİ; Balık yavrularının üretildiği, zooplankton ve planktonların üretildiği, denemelerin yapıldığı ortamdı ve bu ortam genelde TANK’dı. Kaymakamımız sayın AKDAŞ’ ın, titiz ve özverili bir çalışma sonucunda, farklı disiplinlerden oluşturduğu, Göldeki DSİ’ nin sulama pompaj istasyonlarından bahçelere / tarlalara kaçan balık yavrularına engel olacak bir çözüm üretmek üzere kurduğu ARAŞTIRMA / İNCELEME KOMÜSYONU, hemen belirtelim ki, radikal bir eylem ve işlemdir. Bir “DEVRİM” niteliğindedir. Çünkü; bu sorun, yıllardır giderilememiş, kanayan bir yara kangrene dönüşmüştür.l
Hem gülünç hem de üzücü nitelikteki şaşırtıcı olaylar karşısında söylenir. aslında sonucu kötü olan ancak komik bir durum ortaya çıkaran olayların ardından söylenen soru kalıbıdır. insanın yaşadığı,
kara mizah
kara mizah
ın sonucudur. em gülünecek hem üzülecek nitelikteki şaşırtıcı olaylar karşısında söylenen bir söz.
Bir de taşından, toprağından, suyundan mizah fışkırır ülkenin. Öylesine zengindir. İşte bu yüzden dünyada eşi benzeri yoktur memleketimizin. Nice Aziz Nesinler, nice Oğuz Arallar yetiştirecek kadar bereketlidir bu ülkenin toprakları, insanları... O halde ağlanacak halimizi bırakalım bir an, gülünecek halimize bakalım biraz...
Öyle ilginç ki bu ülkenin insanları. Kedi bile köşeye sıkıştığında düşmanına saldırır ama bu ülkenin canım insanı sıkıştığı duvara dayanır iyice; “delinse de arkaya geçsem” tadında mülayim bir yapıya sahiptir. O kadar mülayimdir ki ağzından lokmasını al, bana mısın demez. Ama yan gözle bak, hemen çekiverir bıçağını, tabancasını. Pek çok şeyi göz ardı etmesiyle de ünlüdür yurdum insanı. Burnunun dibinden bütün tarihi çalınsa dönüp bakmaz bile. Yerde acıyla kıvranan birini görse, kendisinden önce kimin yardıma koşacağını gözler hemen. Hiçbir olaya müdahil olmaz, “tanık yazarlar” diye. Nüfus arttıkça ekonominin, ülke geleceğinin tehlikeye gireceğini pek düşünmez bile, asgari ücretle bile 11 çocuk yapar, “Allah rızkını verir” diye. O denli hoşgörülüdür ki aslında sevdiklerine “eş...eşşek” diyerek sevgisini gösterir. Övmek istediklerini de “o ne puş...tur” gibilerinden onurlandırır. Hayatının her alanında da yansıtır bu kültürü. Mesela hiçbir işi yokken trafiğe çıkar, kırmızı ışıkta sabredemez, korna çalar.
Yine de ülkesine karşı en küçük bir tehditte bile ulusal birliğin nasıl olması gerektiğini dünyaya gösterir. O insanlar, koskoca bir deve dönüşür. Yurdumun güzel insanını biraz daha yakından tanımak isterseniz, şu derlemelere beraberce göz atalım:
İsimler böyle olur da, yaşadığımız semtlerin, binaların, köylerin isimleri nasıl olur ki acaba? İşte bir demet onlardan: “Ödlek Çıkmazı Sokak, Kaypak Sokak, Peşkeş Sokak, Canboğaz Sokak, Pötürgeli Hıyyam Çavuş Caddesi, Portakallı Raziye Caddesi,
Bunlar da gülünecek halimiz işte…
Aslında ne olağanüstü bir ülkenin, bir mozaiği içindeyiz. Biraz farkına varsak, el ele güzel yarınlara ulaşmamız mümkün olabilir. Bu ülkeyi de insanlarını da seviyoruz. Çünkü hem ağlıyor, hem gülüyoruz. Ve biz, üçüncü lige düşmeyi hiç ama hiç hak etmiyoruz…
sizce sabrın sonu nereye kadar ya da sabır nereye kadar
Meydan nutuklarının, vaatlerin dozu bazen kaçırılsa da siyasetin tuzudur, biberidir…
Meydana gelen siyasetçi de, seçmende bunu bilir zaten ama asgari müşterekte birleşebilmek başarı sayılır.
Seçmen duymak istediğini duymak ister, siyasetçi oy sevdasına düşer. Siyasetçinin kozu vaatleri, seçmenin kozu da oyudur.
Bu sebeple bu koz siyasetçi ile seçmen arasında rutin ilişkidir bu…
Yeter ki kullanılırken kontrolden çıkmasın...
Siyasetçi öfkeyi eleştirileri püskürtmekte "oyunu verme" der ama ilk seçimde oyuna talibim diyeceğini hiç hesaba katmaz.
Vaatlerini hatırlatan seçmen onun için "karşıt algısı" yaratır.
Bağırıp çağırmanın en fazla korkutacağını, oysa daha iyisinin ikna etmek olduğunu unutur.Yine seçim sürecine girildi bu rutin tablo yeniden başladı.
Başbakan geçen hafta Gaziantep'teydi...Açılışlara katıldı…
Orada bir Öğretmen adayı ile yaşanan diyalog "siyasetçi-seçmen" arasında söylemek istediğimiz meselenin tam özetidir…
Yeni tesislerin kurdelelerini kesen Başbakan'a seslenen Öğretmen adayı, atama umudu ile Başbakan'a "Şubatta atama bekliyoruz" diye seslendi.
İşsiz bir vatandaş bu elbette beklentileri var, olur olmaz ama talep etmek onun demokratik hakkıdır.
Dünyanın her yerinde Başbakanlardan halkı, duruma ve ortama göre bir şeyler ister.
İşsizler iş, esnaf kredi, hasta doktor, parasız yardım, öğrenci burs, mahkûm af ister.
Bu istekler kişiden değil, kişinin oturduğu makamın gücündendir.
Ancak Başbakan'ın şöyle cevap verdi:
"Kusura bakmayın, biz bir şey söylediysek o olur, başkası olmaz..."
Öğretmen adayı sesiz kalsa belki Başbakan "hitabet sanatını" kullanmayacaktı.
Size bir daha "oy yok" diyen Öğretmen adayı,"Sağol, o oy senin olsun. Al onu kendine sakla, gerektiği yere ver. Bize kimin oy vereceği belli.."şeklindeki "öfke taşmasının" da muhatabı olmayacaktı.
Bu tablo bile işsizliğin umutsuzluğun halkı ve Başbakanı moralini ne hale getirdiğini gösteren bir örnek olmuştur.
Büyüklerimiz "öfkenin baldan tatlı olduğunu söylerdi" yaşanan belki de budur.
Bir siyasetçinin binlerce öğretmen adayının oyunu elinin tersi ile itmesi mümkün değildir.Yaşanan oyu ret etmek değil öfkenin kontrolden çıkmasıdır.
Halkın taleplerini oy eksenine bağlamak ta son derece yanlış bir siyaset modelidir. Hükümetler hizmet için seçildiğine göre taleplere sinirlen gibi bir lüksü olamamalıdır. Çünkü Hükümetler sadece oy verenin değil oy vermeyenin de hizmetindedir.
O halde Başbakan'ın "inceldiği yerden kopsun" anlamına gelen bu çıkışının sebebi nedir?
Empati denen duygu Gaziantep'te neden iflas etmiştir?
Aç susuz işsiz güçsüz gezen bir gencin Başbakan'dan iş istemesi neden kızdırmıştır?
Her seçmenin ikisinden birinin oyunu almış bir iktidardan vatandaşın iş istemesinden normal ne olabilir? Ortada kasti bir saygısızlık mı yok mu? Bilmiyoruz…
Her seçim öncesinde erzak, koli, odun, kömür, elektriksiz köye buzdolabı dağıtmakla ünlenen AKP'nin on binlerce Öğretmeni gözden çıkarması mümkün mü?
Elbette mümkün değildir.
Çünkü Kitleleri kazanmak uğruna gıda ve kömür yardımlarını bile kullanan bir zihniyetin öğretmen adayları gibi kalabalık bir kitleyi gözden çıkardığını düşünemeyiz.
Bu tatsız vatandaş Başbakan tartışmasının karakolda sonuçlanması üzücü olduğu kadar düşündürücüdür.Böyle bir tutum halktan kopuşun başladığını gösteriyor.
Ülkeyi yönetenleri eleştirilere daha sabırlı hoşgörülü olması gerekirken,"had bildirmesi"ne kadar garip ise polisin "karakola çekerim" tavrı da o kadar hoşgörüsüzlük değil mi?
Bence Ankara siyasetinin gerginliği halkın ensesine patlıyor. Liderlerin gerilimi meydanlara taşıyor..
Ankara'da gerilen siyasetçiler kim olursa olsun eleştiren herkesi karşısındaki muhalif gibi görme yanlışına düşüyor. Oysa vatandaşın isteklerini söylerken oy kozunu kullanmasının asıl sebebi çaresizliğidir.
Aç, susuz günlerce iş bulamayan bir Üniversite mezunu genç çaresizliğini ifade ederken "oy" kozunu kullanıyor ise ona kızmamak lazım. Aç kalan vatandaş son kozunu oynuyor.
Asıl kızılması gereken bu kadar gence iş bulamayan yöneticileri değil mi?
Mesela KPSS sınavları sonucunda 350 bin İİBF mezunu genç kadro beklerken kodlama vakası yüzünden 712 kişi işe alınmıştı. Şimdi bu yüzbinlerce genç arkadaşın psikolojisi ne durumda olabilir?
Geleceğini umudunu bağladığı İİBF mezun olanların iş bulamadığını öğrenen bu gençler sitemkâr olmayacak da kim olacaktır?
Bu gençler aş,iş,umut beklerken çaresizlikten "oy" kozuna sarılması oyundan umut beklemesini anlayışla, empati ile karşılamak daha şık olmaz mı?
Çünkü asıl mesele saygısızlık değil, çaresizliktir.
Vatandaşın hatası olabilir ama "biz ne diyorsak o diyerek had bildirmek" o hatadan daha beterdir.
O halde Sayın Başbakan boş bulundu.
Sadece kendisi değil, Gaziantep polis de...
Bu kadar büyütülecek ne var?
İşsiz bir öğretmen adayının serzenişine neden copla cevap verilmiştir?Belki de sonradan kendisi de üzülmüştür. Çünkü iş, aş talep etmenin karşılığı cop olmamalıdır.
Başka bir örnek verelim, İİBF mezunları ve Öğretmen adayları, KPSS kodlama düzeni içinde ve tayinler konusunda en az imam hatipler kadar anlayış görmeyi arzu ediyor. İşsizlik denen kâbus bu insanların kimyasını etkiliyor, umutsuzluk o gençleri derinden etkiliyor.
İşsiz gençlerimizin bu taleplerini karşıtlık değil, dertlerine çare bulunması taleplerinin çaresizliklerinin yansıması olarak görmek gerekir.
Devleti yönetenler vatandaşını azarlayan değil, kucaklayan olduğu gün demokrasi ve hoşgörünün kalitesi yükselir.
Ne diyelim, yazdıkça sonu gelmiyor. ma neden bu anlatımlarının içinde o günün berinde projede olan Arslanköy yok?
Her şeyden önemlisi DEVLET bu projeyi 97- 98 yıllarında programa aldığı halde yapamamış, yapmayı başaramamış (!)
Acaba niye?
Bu konuda bu işin neden hayata geçmediğini ve başarılamadığını öğrenmek kimsenin aklına gelmedi mi?
Bu neden başarılamamış, niçin hayata geçmemiş bunun araştırılmasının, sn. Başkanın bundan sonra yapacağı çalışmalarda katkı sağlayacağını umarım.
Aynı kitapçığın 68. Sayfasında (Alttaki fotoğraf -2) “Sağlığa destek” başlığı altında “Acil sağlık hizmeti ile yanınızdayız” denmiş ve bir Helikopter resm
Sabır ve umut sözcükleriyle tanımlanan soyut kavramlar bin yılların mirası olarak davranışlarımıza yön veriyor! Daha çok inanç sahiplerine özgü sanılan teselli sığınağına, farklı anlamlar yükleyerek de olsa zaman zaman Tanrı tanımazlar da sığınmıyor değil! Her sabah uğradığım simitçiyle aramızda geçen son diyalog, faklı bir konuda düşünmeye yöneltti beni. Adam, yaşadığı bütün olumsuzluklara karşın öylesine iyimserlik yüklü ki, anlatamam! Tüm soruların yanıtı, “Allah’a şükür” olurken, üstelik bir de olaylara eleştirel yaklaşanları da sabırlı olmaya davet etmiyor mu?.. Herkesin bildiği gerçek, ülkemizde özellikle dar gelirli kesim büyük bir geçim sıkıntısı içinde! Doğal olarak geçenlerde yaşanan simit zammından olumsuz yönde etkilenen simitçi de daralmadan payına düşeni almış durumda! Gelin görün ki, daha iyi konumda olan çevre esnafı işlerin kesatlığından yakınırken, bizim simitçi tam bir sabır küpü! İşte aramızda geçen diyalogdan kısa bir kesit: -Zamdan sonra satış düştü mü? -Biraz düştü, yine de Allah’a şükür. -Günde ne kadar kazanıyorsun? -Ortalama 20-30 lira arası. -Geçinebiliyor musun? -Allah’a şükür. -Sen durmadan şükrediyorsun, ama işler durmadan kötüye gidiyor? -Sabredeceksin, sabrın sonu mutlaka selamet olur; Allah sabredenleri mükâfatlandırır… -Seni bilmem, ama ben kimseden mükâfat falan istemiyorum, hem Allah nedense hep belli kesimlere veriyor gibi geliyor bana. -Yok, öyle söyleme, o ne yaptığını çok iyi bilir… Kızmam mı, yoksa imrenmem mi gerektiğini açıkçası kestiremediğim simitçinin yanından ayrıldıktan sonra, çevremizdeki insanların büyük bölümünün ruh durumunun aynı doğrultuda olduğu gerçeği, ülkemizin içinde bulunduğu açmazın tesciliydi aslında. Ülkedeki gelir dağılımından hakkı olan payı alamaması sonucu gerçek yaşamda umduğunu bulamayan dışlanmış kitlelerin sığınacak bir liman aramalarından daha doğal ne olabilirdi ki? O liman da, umut ve sabır; inancı daha yoğun olanlar içinse öbür dünya. Bu gerçeği yıllar öncesinden çok iyi saptayan politika madrabazları, cennet vaat ettikleri bu kitleleri istismar ederek günlerini gün ediyorlar! Ama, inanın her sabrın bir sonu vardır! Bakın nasıl: Hastalanıp yatağa düşen yaşını başını almış, dini bütün Ahmet Ağayı ziyarete gelen dostları, “Allah sevdiği kuluna dert verirmiş...” diyerek telkinde bulunurlarmış. Bu durumda, günler ayları, aylar yılları kovalamış; yatmaktan etleri çürüyen inanmış Ahmet Ağa, sonunda dayanamayıp “Gidin o Allah’ınıza söyleyin, istemiyorum, biraz da başkasını sevsin...” feryadıyla, akıl veren dostlarını bir güzel paylamış. Evet sevgili okurlar, karşılaştığınız olumsuzluklara gösterdiğiniz sabrın sonu ne zaman gelecek?
sabrin-sonu-ne-zaman-gelecek-makale,6075.html
Biz Çılgın Türkler her işe heyecanla, şevkle, azimle başlarız ama maalesef o işi bir Alman gibi disiplinli, düzgün sürdürüp, bir İngiliz gibi karlı ve başarılı bitirmeyi nedense beceremeyiz. sabrin-sonu-ne-zaman-gelecek Acaba neden? Yrd. Doç. Dr. Erol Kesici'nin yazısıdır...
Orjinal Habere Git
— HABER SONU —