Tarih: 12.09.2019 13:17

O acılar İçimizden Silinmeyecek

Facebook Twitter Linked-in

TBMM Başkan vekili ve Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç, 12 Eylül darbesinin 39’ncu yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamada, “12 Eylül Darbesi’nin ve darbecilerinin yaşattığı acılar yıllarca hafızalarımızdan silinmedi ve silinmeyecek” dedi.
 
Darbeyi takip eden günlerde Türkiye, tarihinin en karanlık dönemini yaşamıştır diyen Bilgiç, “Bugün, Türk siyasi tarihin en utanç verici hadiselerinden biri olan 12 Eylül Darbesinin 39. Sene-i devriyesi. Aradan geçen bunca zamana karşın, 12 Eylül Darbesi’nin ve darbecilerinin yaşattığı acılar yıllarca hafızalarımızdan silinmedi ve silinmeyecek.
Darbeyi takip eden günlerde Türkiye, tarihinin en karanlık dönemini yaşamıştır. Askeri müdahale sonrasında 650 bin kişi gözaltına alınmış, 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 7 binden fazla kişi için de idam cezası istenmiştir. Bu vahim ve karanlık sürecin sonunda 50 kişi idam edilmiş, 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelenmiştir.
 
12 Eylül Darbesi ülkedeki meşru siyasi kurumların ve siyasetçilerin üzerine adeta bir karabasan gibi çökmüştür. Merhum Süleyman Demirel’in başbakanı olduğu hükümet görevden alınmış, Anayasa rafa kaldırılmış, milli egemenliğin tecelligahı TBMM lağvedilmiş ve Türkiye bir askeri cuntanın sultası altına girmiştir. Siyasi partiler kapatılmış ve arkasından yıllarca sürecek siyasi yasaklar gelmiştir. Kısaca Türkiye demokrasisi 1960 ve 1971’den sonra bir kez daha askıya alınmıştır.
12 Eylül darbesini münferit bir hadise olarak değil, kökleri Osmanlı’nın son dönemlerine kadar uzanana muayyen bir “darbe sistematiği” içinde düşünmek zorundayız. Zira askerin siyasete müdahalesi ta Osmanlı’dan bu tarafa Türk siyasal hayatının trajik bir gerçeği olmuştur. Darbelere, Osmanlı-Türkiye modernleşme tarihinde aydınların ve ordunun rolünün tarihsel uzantısı olarak bakmak mümkündür. Bilindiği gibi Osmanlı’da ıslahatlar ilk olarak orduda başlamış dolayısıyla “aydınlanan” ilk sınıf da askeriye sınıfı olmuştur. Bu sebepledir ki, dönemin tarihsel koşullarının da dayatmasıyla askeriye toplumu “aydınlatmayı” kendine vazife edinmiştir ve Cumhuriyet döneminde bu misyonu “siyaset mühendisliği” yapmak pahasına uzun zaman sürdürmüştür.
 
Öte yandan 12 Eylül darbesi hiç şüphesiz dönemin uluslararası siyasi cereyanlarından bağımsız düşünülemez. ABD 2. Dünya Savaşı sonrasında küresel ölçekte başlattığı “Komünizmle Mücadele” politikası çerçevesinde 1980’li yıllarda SSCB’yi çevrelemek için “Yeşil Kuşak Projesini” hayata geçirmiş ve bu doğrultuda CIA güdümündeki dini oluşumlar desteklenmiş ve yerli işbirlikçiler vasıtasıyla askeri darbeler tezgahlanmıştır. Nitekim ABD ve müttefiklerinin, 80 darbesini ilk günden itibaren açıktan destekledikleri bir vakadır. Tıpkı 15 Temmuz 2016’daki Hain Darbe Girişimini destekledikleri gibi.
 
Dünya siyasi tarihi bize, toplumsal değişimin ve dönüşümün sancılı anlarında kendi menfaatlerini, ülkenin ve milletin menfaatlerinin önüne koyan statükocu zihniyetin, toplum içindeki öncelikli ve ayrıcalıklı konumlarını korumak gayesiyle darbelerden medet umabildiğini göstermektedir. Gerçekten de 12 Eylül Darbesi bir “hazırlık” döneminin arkasından gelmiştir. Türkiye 1970’li yıllarda çok ciddi ekonomik ve siyasi krizlerle karşı karşıya kalmış ve şiddet ve terör sokakları teslim almıştır. Türkiye özellikle 1977 yılından itibaren adeta gizli bir el tarafından kanlı bir iç çatışmaya sürüklenmiştir. Aynı silahla bir soldan, bir sağdan insanlar öldürülmüştür. Her gün onlarca kişinin öldürüldüğü bir dönemde can güvenliğinin endişe eden halk darbeye “razı” edilmiştir.
 
Silahlı unsurların fiziki müdahalesi darbelerin görünen yüzüdür. Fakat her darbenin arkasında muhakkak bir takım sivil unsurların darbeye giden süreçte ve sonrasında darbeyi meşru ve arzu edilir göstermek için ortaya koydukları tavır ve eylemlerin görmekteyiz. 27 Mayıs 1960 Darbesi de böyle bir “psikolojik hazırlık” döneminin arkasından gelmiş olup, dönemin üniversiteleri, yargı mensupları ve basın mensupları hep bir ağızdan darbe çağrısı yapmış ve Darbe’den sonra ise ortaya konulan her türlü hukuk dışı uygulamaya alkış tutulmuştur. Esasında, Gezi Olayları sırasında da benzer dinamiklerin devreye sokulmak istendiğine şahit olmuştuk.
 
Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye’deki darbe sistematiğinin arkasında siyasi istikrarsızlıklardan, gerginlik ve kaos ortamından beslenen grupların olduğunu ve bunların statükonun kurumlarıyla iş birliği içinde halkın iradesine ve demokratik siyasete müdahaleden çekinmediklerini görmekteyiz. Bu “darbeci zihniyet” “cumhuriyeti koruma ve kollama” bahanesiyle hukuku araçsallaştıran, onu siyasetin gündelik çıkarlarına alet eden bir yaklaşımla darbelere meşruiyet üretmeye çalışmıştır.
 
Bugün geldiğimiz noktada bütün bunların değiştiğine inanıyorum. Artık Türkiye’de siyasetin sivil ve demokratik karakteri tam manasıyla kemale ermiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek ve en büyük koruyucusu şu veya bu kurum değil bizatihi Türk Milletinin kendisidir. Millet iradesinin de tek ve yegâne temsilcisi de Cumhurbaşkanı ve TBMM’dir.
 
Siyasetçisinden, sanatçısına, aydınından sıradan vatandaşına kadar Darbelere ve darbeci zihniyete karşı koymuş, bu uğurda bedel ödemiş herkesi hayır ve minnetle yad ediyor, Allah’tan aziz milletimize bir daha böyle badireler yaşatmamasını niyaz ediyorum” ifadelerinde bulundu.


Orjinal Habere Git
— HABER SONU —