“Her elini sıkanla dost, her canını sıkanla düşman olma.” Bir Osmanlı Terzi makasında rastlanılan bir yazı.
YEŞİLLE OLDUM HEP!
Muğla’dayım. Yeşilin alabildiğine sardığı yeşil kent. Yeşille birlik olunca, sarılmış sarmalanmış, yeşile bürünmüş gibiyim. Aynen öyle oldu! Bir hafta boyunca yeşille oldum hep! Yeşil insanın gözlerini dinlendiriyor. Yeşilin arasına girerken; gözlerimde o dinleniş halini yaşadım. Birkaç gün evde dinlendikten sonra dost ziyaretlerine çıktım. Bunu hep yaparım, yeni insanlarla tanışırım. Protokolden hemşerilerimle, kurumlardan şair ve yazarlarla, gazetecilerle, görüşür; onlara, o an elimde olan bir kitabımı hediye ederim, Muğla’yla ilgili vermek istediklerimi de, inceden inceye işlerim.
Valiliği ve Belediyeyi protokol listemden çıkardığım çok oldu. Rahatsızlığım nedeniyle diğerlerini de bu seyahatimde iptal ettim. Bu defa programımda sadece Final Okulları vardı. Damadım okulun ön muhasebecisidir ve aynı zamanda ortağıdır. Muğla Final Okullarının İl temsilcisi Ali Coşkun Hocam değer verdiğim bir şahsiyettir. Kendisine, telefon ederek gittim. Dostum Ali Coşkun okuldaydı ve sizi bekliyorum, diyordu. Ziyaretimizi yaptık, çayımızı içtik, kitabımı hediye ettim. Muğla Final Okulları İl Temsilcisi Ali Coşkun, Damadım İhsan Toraman ve Bendeniz Kadir Yavuz. Damadım İhsan’dan dolayı beni tanıyanlar, odaya geliyor ve beni soruyorlardı.
Bir önceki yıldan ‘Denemeler’ kitabım eline geçen ve okuyan Rehber Öğretmeni Serap Hanım ‘Eline, yüreğine, kalemine sağlık’ dedi. Ali Bey’e, ‘Günümüzde Evlilikler ve Boşanma Nedenleri’ kitabımı hediye ederken bir fotoğraf çektik. Öğretmenlerle ve personelle de toplu bir hatıra fotoğrafı çektik, Final Okullarından ayrıldık. Personelle çekilen fotoğrafımız Şair ruhlu dostum Ali Coşkun, seneler öncesi beni yaylalarındaki ‘Süpüroğlu Restoranda’ ağırlamıştı. Her gelişimde bir şekilde beni ağırlayan dostum, aslında bu defa da çiftliklerinde ağırlamayı düşünmüş ve öyle bir teklifte bulunmuştu. Daha sonra karar değiştirmek zorunda kalmış, o gün babalar günü oluşu nedeniyle eşi, babasını çiftliğe davet etmiş, hocam bana dönerek, ‘Biz bize bugün bir program yapsak nasıl olur demişti.’ ‘Olur!’ dedim.
Muğla yaylalarıyla pek meşhur! Yalnız bu yaylalar, o bizim bildiğimiz yüksek dağların arasındaki veya eteklerindeki yaylalardan değil! Kentle birleşen yeşilliklerin arasına daldığımızda şaşırmıştım. Birkaç dakika içinde yaylaların ortasına kurulmuş “Süpüroğlu Tesisleri’ne” gelmiştik bile! Şehrin afaki sıcaklığının aksine asırlık çam ağacının altına denk gelen masaya oturduğumuzda vücuduma bir serinlik yayıldı. Çam ağacının yaprakları gökyüzünü görmemizi engelliyorduysa da; yine de, güneş bir boşluk bulmuş, o boşluktan süzülerek, yere serilmiş beyaz yaprak görüntüsünde, benek benek kuyruklu yıldız gibi gözle görülebilen dumanlı bir ışık saçıyordu.
O ışıklardan birini takip ettim, mavi gökyüzünü dürbünle seyreder gibi seyretmeye çalıştım. O kadar sessizliğe ve serinliğe kendimi kaptırmıştım ki, yanımda varlığını unuttuğum dostumun ‘Kuyruklu yıldız’ deyişiyle uyandım. Neden Kuyruklu Yıldız demişti. Benim içimden geçenleri mi, okumuştu? Anlamadım ama onun da gökyüzüyle bir muhabbetinin olduğu muhakkaktı. Dalgınlığımı attım, ‘Gökkuşağı’ dedim. Yeşile dalmışken, Kuyruklu Yıldız ve Gökkuşağı nereden çıktı? Buldum. Işıkların süzülüşündendi sanırım. O toz zerrecikleri gibi yaprakların arasından süzülen ışıklara bir an dokunur gibi oldum. Yıldızın kuyruğuna dokundum. Yemekler gelmişti. Yemekteyiz. Yemeği beklerken ne kadar güzel derin ve anlamlı düşüncelere dalmıştım. Yaylaya gelişimiz, restorana oturuşumuz ve birkaç dakika içinde yemeğin gelişine kadar ki, yeşille kurduğum dostluğum hepsi zaman dilimi olarak 15-20 dakikayı aşmadı, sanıyorum.
Ancak zaman durmuştu ve şair ruhlu dostumla yeşillerin arasında şairane konuşurken, Abdurrahim Karakoç’un şu dörtlüğü hatırıma gelmişti… “Gölgesinde otur amma Yaprak senden incinmesin. Temizlen de gir mezara Toprak senden incinmesin.” Bu dörtlükten sonra her şeyi bırakmış, tepemdeki çam ağacının kocaman kocaman yapraklarına bakmaya başlamıştım. Sağ tarafımızda da, ceviz ağacı vardı ve onun yaprakları da kocamandı, onu da bir müddet süzdüm. Her ikisine de bakarken, bakışlarımla onları incitmemeye çalışıyordum. Duygu ve düşüncelerimi yapraklarla toprak ikilisine bırakıp, o güzelim yerden ayrıldık. Ali Coşkun Hocamı ziyaretimin ardından, bir gün ara verdikten sonra denize gittik.
Damadım, hiç kimsenin olmadığı en uç noktaya götürdü bizi. Ben oturdum sandalyeye, saatlerce denizi ve yeşilliği izledim. Akbük’müş burası. Gökova’yı geçiyorsun, sahil boyu, daracık yollardan buraya varıyorsun. Rahatsızlığım nedeniyle benim pek zevk almadığımı, anlamadığımı damadım sezmişti. Gelmeden bir gün önceki gün, bir ayrıcalık yaşattı, damadım. ‘Ula Göleti’ne” götürdü bizi. Mangal yapılan bir mesire alanı vardı. Yine yeşillerin arasında kayboldum. Geleceğimiz gün, ‘Babalar Günüydü.’ Hayatım boyunca kutlamadığım ve hediye belki 66 yılda bir defa aldığım, bu günü Isparta’ya döneceğimiz gün, damadım ve torunum Göktuğ bana bir ayrıcalık olarak yaşattı. Her ikisi de, güzel birer tişört almışlar, hediyelerini uzattılar. O saniyelerde, Kerem Alışık’ın hazırladığı bir video önüme geldi. Gözüm yeşile dönüşmüş, yeşil damlalarla yanaklarım ıslanmaya başlamıştı… “Babalar dua gibidir. Görünmese de dokunur evladına!” diyordu.
Ertesi sabah, yola koyulduk. Kilometrelerce yeşille birlikte oldum hep. Ege’nin yeşilinden sıyrılmış, Akdeniz’in yeşiline geçiş yapmıştım. Hep yeşille olduğum bir Muğla anım Isparta’ya girince bitmişti.
Yeni bir yeşilli güne merhaba!