Halil KUYUCAKLIZADE
Son günlerde toplumumuzun gündeminden düşmeyen deprem gerçeğinden bahsetmek istiyorum. Önce deprem nedir? bunun tar,ifityle başlamak daha doğru olacaktır. Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma hadisesine deprem denir.
Biz, deprem hadisesini iki boyutuyla değerlendireceğiz.
Birinci boyutu; Depremden alınması gereken dersler nedir?
İkincisi de; Bu gibi hadiselerden maddi ve manevi kurtuluş yönleri nelerdir?
Dünyanın çeşitli yerlerinde görülen deprem, sel, fırtına ve tsunami gibi doğal afetler binlerce insanın can kaybına yol açarak nice sorunları beraberinde getirebilmektedir. Ülkemizin büyük bir bölümü deprem kuşağında yer aldığından dolayı neredeyse tüm illerimiz her gün büyük ya da küçük şiddetinde olmak üzere deprem riski ile karşı karşıyadır. Dünyanın yüzeyinde meydana gelen depremler bazen sallantı bazen şiddetli bir yıkım ile kendini gösterirken, bazen de farkında bile olmadığımız oldukça küçük değerde sarsıntıların meydana gelmesi ile sonuçlanır. Günümüzde yetkililer her ne kadar afetlerin ortaya çıkış nedenlerini ele alan çalışmaları bizlere sunsa da işin özünde Allah (c.c) bizlere acizliğimizi ve asıl vazifemizin kulluk olduğunu doğa olayları ile bizlere hatırlatır. Kuran-ı Kerim'de insanlığın başına gelen 'musibet' olarak nitelendirilen bu doğa olaylarını önlemek her ne kadar elimizde olmasa da gerekli tedbir ve önlemleri alarak doğal afetlerden korunmak mümkündür. Bunun için en kuvvetli silahımız ise dualardır.
Kainatta meydana gelen hiçbir hâdise sebepsiz ve hikmetsiz değildir. Zira her şeyi olduğu gibi, tabiat hâdiselerini de yaratan, Cenâb-ı Hak’tır. O’nun bütün işleri, idrâk edilebilen veya edilemeyen nice hikmet ve sırlarla doludur. Bu hakîkat, âyet-i kerîmede şöyle ifâde buyrulur: “…O’nun ilmi dışında bir yaprak bile düşmez. O, yerin karanlıkları içinde tek bir taneyi dahî bilir. Yaş ve kuru ne varsa, apaçık bir kitaptadır.”[1]
Kâinatta bir yaprak bile O’nun irâdesi, bilgisi ve izni dışında düşemezken, koskoca beldelerin rastgele ve şuursuz bir şekilde sarsıldığını kabul etmek; akıl, idrâk ve iz’an dışıdır. Kâinatta meydana gelen her şey, sayısız sır ve hikmete mebnîdir. Yani tabiat da, diğer bütün mahlûkat gibi, kâinattaki ilâhî nizam, denge ve âhenge göre vazifesini icrâ etmektedir. Cenâb-ı Hak, kâinattaki bâzı hâdiseleri periyodik bir akışa bağlamıştır.
Meselâ ilâhî bir takvim olan Güneş’in ve Ay’ın doğup batışı ve diğer hareketleri, bir saniye bile şaşmadan milyonlarca yıldır devam ediyor. Yine atmosferde %21 oksijen ve %77 azotun değişmeyen bir denge içinde mevcûdiyeti de bunun gibidir. Bunlar, Cenâb-ı Hakk’ın tabiata koyduğu ekolojik denge unsurlarından yalnızca birkaçıdır. Bunlar gibi sayısız şartın bir araya gelmesiyle mümkün olan bir hayat yaşamaktayız. Bunlardaki en ufak bir değişiklik, dünyanın altını üstüne getirip insan hayatını imkânsız kılmaya kâfîdir. Bu yüzden Cenâb-ı Hak, insan hayatının devamını murâd ettiği müddetçe, bu ekolojik dengeyi de sürdürmektedir. Yani Güneş ve diğer yıldızlar gibi cesîm kütlelerden, bir atomun içindeki esrarlı ışınlara kadar kâinattaki bütün varlıklar, hayâl ötesi bir düzen içinde vazifelerini îfâ ediyor. İlâhî irâdenin programına her şey tâbî durumda…
[1]En’âm Suresi, 59.